Dijital Dünyanın Psikolojisi

0
Reading Time: 4 minutes

İnsanlar dünya üzerinde ilk görüldükleri günden bu yana topluluk halinde yaşamıştır. Bu nedenle insanlar arası etkileşim insan doğasının ayrılmaz bir parçası olmuştur. İnsan geleceği planlayan ve öleceğini bilen tek canlıdır. Bu nedenle de iki temel soruya cevap aramıştır. “Ne için varım ve ne olacağım?” Bu sorular onu ölümsüzlüğü aramaya ve kalıcı olmak için çare bulmaya yöneltmiştir. Bunu doğa üstü güçlere taparak, onlara kurbanlar adayarak, kendine büyük mezarlar kazarak gerçekleştirmeye çalışmıştır. Günümüzde bu kalıcılık istediği dönüşüm geçirmiştir.

İnsanlık neye evriliyor?

İnsanın deneyimlerini paylaşmak için geliştirdiği araçlar onu kendi deneyimlerine yabancılaştırıyor ve çocuğunun mezuniyet törenini izlemenin heyecanının yerini, kayıt cihazının vizöründen izlemek ve doğru kaydetme kaygısı alıyor. Facebook ve benzeri sosyal medya platformlarında kurduğu sanal topluluklar ona bütün dünya ile etkileşimde olduğu ve çok sayıda arkadaşa sahip olduğu yönünde sahte bir popülerlik veriyor ancak hastalandığında ona çorba getirecek bir gerçek dost bulmaya yaramıyor. Bunun sonunda gerçek bedenlerle temasa yabancılaşıyor. Bu gelişmeler toplumsal yakınlaşma sağlayacağına ayrışmanın güçlenmesine hizmet ediyor ve herkes kendi yankı odasında yaşamaya başlıyor. İnsanları FOMO (fear of missing out) denilen sosyal medyadaki haberleri kaçırma korkusu esir alıyor.

Bu durumdan sosyal medya üzerinde para kazanan şirketler hariç kimse pek memnun gözükmüyor. Aklı başında herkes değişim bekliyor ancak kendi çıkarlarına hizmet etmeyecek toplumsal değişimlere öncülük etmenin bundan yarar sağlayan şirketlerin işi olmadığı unutuluyor.

İnsanlar zihinsel ve bedensel olmak üzere iki tür beceriye sahiptir. Geçmişte icat edilen araçlar ve makinelerle bedensel beceriler daha etkin kılınmıştır çünkü her teknoloji insanın bir organının uzantısıdır. Gözlük gözün, tekerlek ayağın, bilgisayar ise beynin uzantısıdır. İnsan beyninin öğrenme, analiz, iletişim ve duyguları anlama gibi becerileri vardır. Bilgisayarların yapay zekaya (YZ) dönüşmesi 250 bin yıllık homo sapiens yolculuğunun özel bir dönemecidir. İnsanların özgür iradeye dayandığına inandıkları kararlar, gerçekte milyarlarca nöron arasında salise içinde gerçekleşen etkileşim sonucu meydana gelir. Duygular ve istekler biyokimyasal algoritmalardır. Sezgilerimiz sonucu verdiğimiz karar, biriktirdiğimiz çok sayıda deneyim sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Bir başka deyişle sezgi örüntü (pattern) tanıma becerisidir. Bu durumda doğru sensörlerle donatılmış makine öğrenme (machine learning) özelliğine sahip bir YZ’nın bu örüntüleri yansızlıkla ve dolayısıyla çok daha büyük bir isabetle çözmesi çok doğaldır.

Zeka ve bilinç birbiriyle çok yakın etkileşim içinde olan ancak farklıdır. Zeka sorun çözme becerisidir; bilinç ise kızgınlığı, coşkuyu, acı ve aşkı hissetme yetisidir. Bu nedenle YZ’nın insan bilincinin yerine geçmesi şimdilik mümkün değildir. Ancak YZ’nın duyguları tanıma yetisi, insanlara özgür iradeleriyle olduğuna inandıkları seçimleri, onların yerine yaptırması çok muhtemeldir. Böylece YZ, insana kendisinin seçtiğini düşündüğü sadece arabayı, giysiyi, deterjanı değil siyasetçiyi de pazarlamaktadır. Bundan on yıl önce ihtimal dahilinde olduğunu düşünülen bu durum Facebook ve Cambridge Analitica ortaklığının marifetlerinin ortaya çıkmasıyla Brexit ve 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde somut olarak yaşanmıştır.

Facebook 2010 yılında 61 milyon kişiye sadece bir kez üzerinde arkadaşlarının resimlerinin bulunduğu “seçim günü” mesajı gönderdi. Daha önce sandığa gitmeyen 300 bin seçmen oy kullandı. 2016 seçimlerinin sadece 100 bin oy farkla belirlendiği düşünülürse, demokrasiyi bekleyen tehlikenin büyüklüğü anlaşılabilir. Politikacıların bu gücü sınırlamak istemeleri durumunda kendilerinin seçilmesini önleyecek düzenlemelerden haberlerinin olması bile mümkün değildir. Bu bilgiye sahip olmamızın nedeni Facebook’un bunu açıklamış olmasıdır. Buradan çıkacak sonuç Facebook’un isterse çekişmeli seçimleri değil, çekişmesizleri bile değiştirebileceğidir.

İnsanların dünyaya bakışı giderek daha çok YZ tarafından yönlendiriliyor. Ayrıca görmediğimiz karar mekanizmalarını şekillendiren algoritmalar bulunuyor. Örneğin YZ araştırmacıların sadece yüzde 14ünün kadın olması kimsenin dikkatini çekmiyor. Makinelerin dünyayı geçmiş önyargılarla algılaması, bu önyargıların sorgulanmadan kabul edilmesini ve pekişmesi sonucunu doğuruyor. Bu durum aynı zamana sosyal gelişimin önünü de kesme potansiyeline de sahip.

Neler olabilir?

Bugün sahip olduğumuz verilerle otuz yıl sonra dünyanın neye benzeyeceğini söylemek mümkün değildir ancak olasılıklardan söz etmek mümkündür. Öncelikle yakın gelecekten başlayalım. On yıl içinde çok büyük bir işsizler ordusu olacaktır. Çünkü YZ’nın işlevsiz kılacağı çalışanların çok büyük bölümünün, üst düzey yeni beceriler gerektiren işleri yapmaları düşünülemez. Örneğin, World Economic Forum’un 2025 yılında en çok ihtiyaç duyulacak yetkinlikler listesinin ilk on sırasında şunlar bulunmaktadır: Analitik düşünce, karmaşık problem çözme, eleştirel düşünme ve analiz, yaratıcılık ve girişimcilik, teknoloji kullanımı-izleme ve kontrol, teknoloji tasarımı ve programlama, liderlik ve sosyal etki, duygusal zeka, ikna ve müzakere. Görüldüğü gibi teknolojinin ortadan kaldıracağı işlerin yerine yeni iş imkanları sağlayacağı efsanesi de geniş kitleler için söz konusu değildir. İşlevsiz kalan insanlar için vatandaşlık maaşı benzeri uygulamaların gerçekçi olduğu düşünülse de işsiz ve işlevsiz olan insanların mutlu olmaları zordur. Bu insanların geliştirecekleri akıl ve ruh sağlığı sorunlarının nasıl çözüleceği ayrı bir sorun olacak. Ayrıca sadece gelişmiş ülkelerin zorlanarak altından kalkabileceği böyle bir yükün, dünyanın bütünü için geçerli olabileceği ütopyadan öte bir olasılıktır.

Toplum hayatındaki değişiklikler konusunda en kolay öngörü, eğitim ve tıbbı hizmetlerin kalitesinin çok yükselecek ve bu hizmetlerin geniş kitlelere ücretsiz veya çok düşük ücretle ulaştırılacak olmasıdır. İnsanların duygusal tepkilerinin sensörler aracılığı ile çözülmesi ve her yerde izlenmelerinin mümkün olması dijital diktatörlüklerin yaygınlaşmasını mümkün kılacak. İnsanlar refah istiyorlarsa demokrasiden, güvenlik istiyorlarsa özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda hissedebilecekler.

İnsanların birbirleriyle kuracakları ilişkiler ise bugün büyük çoğunluğun hayal edemeyeceği düzeyde olacak ve çok büyük ihtimalle beyinlerine yerleştirdikleri çipler aracılığı ile, beyinden beyine düşünce aracılığı ile gerçekleşecektir. Bu konuyu önyargılarının kurbanı olarak reddetmeyecek ve ilgileneceklere Coventry Üniversitesinden Kevin Warwick’in araştırmalarını incelemelerini ve biraz da Ray Kurzweil okumalarını öneririm.

Sonuç

Bazı önemli olaylar yaşandığı sırada yaratacağı uzun dönemler etkiler, olayların yaşandığı sırada anlaşılmayabilir. Örneğin Bolşevik devriminin olduğu 17 Ekim 1917’de Moskova’da yaşayanların sadece yüzde beşi olan bitenden haberdardı. Oysa bu devrim bütün 20.yüzyıla damga vurdu. 20.Yüzyılı şekillendiren 1929 Büyük Buhranıydı. Bu çöküş sonrası ekonomi yeniden şekillendi ve 2. Dünya Savaşı ile siyasi harita yeniden çizildi. Gelecekte tarihçiler 21.Yüzyılın başlangıcı olarak 2020 yılını almaları kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle üçüncü milenyumun ilk çeyreğinden ikinci çeyreğine geçmeye hazırlandığımız bu yıllarda yaşayanlar insanlık tarihinin çok özel bir evresine tanıklık etmekteler. Bir yandan teknolojik gelişmeler, diğer yönden Covid-19’un yarattığı zorunluluklar sonucu doğan yeni eğilim ve alışkanlıklar önümüzdeki yirmi yılın geride kalan yirmi yıl gibi olmayacağının açık kanıtlarıdır. O nedenle bütün okuyuculara çok özel bir değişim ve dönüşüm sürecinin içinde yaşadıklarının bilincinde olmalarını ve geleceğin içinde uygun bir yer bulmak için kendilerini hazırlamalarını öneririm.

*Bu makale Sayın Acar BALTAŞ tarafından kendi ismini taşıyan blog sitesinde 9 Haziran 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

About The Author

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.