Site icon Major Scope

Yurttaşlık Bilinci

Reading Time: 3 minutes

Herkes içinde bulunduğumuz krizden ne zaman çıkılacağını merak ediyor… Aşağıdaki yazı bu krizden mümkün olan en kısa zamanda çıkmak için gerekli olan kayıp anahtarı veriyor.

Gerçek kriz, bilinen çözümlerin sorunu çözmek için yeterli olmadığı durumlara verilen isimdir. Biz de bütünüyle böyle bir süreçten geçtik ve hala da krizin, belki hiç olmadığımız kadar içindeyiz. Bu tür büyük toplumsal krizlerin çözümünde üç kuruma güven büyük önem taşır. Akademi (bilim), kamu yönetimi ve medya. Dünyanın her yerinde politikacılar bu kurumların güvenirliğini kendi amaçları yönünde erozyona uğratır. Dünyanın açık ara bilim merkezi olan ABD’nin durumu bu ilerde ders kitaplarına girecek bir örnektir. Bu üç kuruma güven ne ölçüde güçlüyse, krizler o ölçüde az zarar verir, hızlı aşılır ve sonrasında hayat eski normaline geri döner. İçinden geçtiğimiz süreçte bilim ilk kez karşılaştığı ve sürekli dönüşüm geçiren bir ajanla mücadele ettiği için şimdilik yetersiz gözüküyor.

Herkes eski alışkanlıklarına döneceği günler için yeşil ışık bekliyor. Bu ışık için sabırsızlandıkça özlenen günlere dönmek güçleşiyor. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de krizin ekonomi üzerindeki etkisi giderek büyüyor. Covid-19 en çok 60 yaş üzerindekileri ve arka planda bir hastalığı olanlar için ölümcül bir tehdit olma özelliğini koruyor. Ancak bu krizden orta ve uzun vadede en çok etkilenenler sanıldığı gibi yaşlılar değil gençler olacaktır. Ekonomilerin kendini toplaması uzun yıllar alacağı için, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir kuşak ciddi risk altında. Bir yandan tamamlamakta güçlük çektikleri eğitimleri, diğer yanda daralan ekonomide iş bulmak ve buldukları işte onları tatmin etmeyecek bir ücretle çalışmak zorunda kalmak, bu kuşağın en büyük mücadelesi olacak. Bu mücadele belki de bu genç kuşağı, İkinci Dünya Savaşı sonrası kuşağı gibi derinden etkileyecek

Yaygın bir söylem, artık bundan böyle hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı. Bu öngörünün doğruluğu önemli ölçüde bireylerin içinde bulundukları kişisel koşullara göre değişecek. Bugünkü gibi bilimin insanlara yardım edemediği koşullarda ileriyi görmek için sanat yardımcı olabilir. Gelin bakalım edebiyat bize gelecek hakkında nasıl bir ipucu veriyor?

194? Oran / Cezayir

Albert Camus, öğrencilik yıllarımda, entelektüel olduğunu göstermek isteyen gençlerin kendilerini okumak zorunda hissettikleri ve okurken zorlandıkları bir yazardı. Veba bu dönemde okuma listemin ilk sıralarında yer almış ancak alt metnini çözemediğim bir kitaptı. Romanın konusu 1940 yıllarının birinde Cezayir’in Oran Kentinde yaşanan veba salgınıydı. Kentin papazı, Tanrı’nın günahlarının bedelini ödemesi gerekenleri bu yolla aldığına inanıyor ve duruma karşı çıkılmasının nafile olduğunu, yapılaması gerekenin boyun eğmek olduğunu söylüyordu. Kentin doktoru ise bilimi ve direnmeyi temsil ediyor ve mücadele ediyordu. Zaman içinde günahkar olması düşünülemeyecek masum çocukların da ölmeye başlaması, vebaya direnişte tüm safları birleştiriyordu. Bu süreç içinde insanlar korkudan, günümüzde yaşadığımıza çok benzer, sadece fiziksel değil duygusal bir uzaklaşma içine giriyor, sevdiklerinden ve birbirlerinden uzaklaşıyorlardı.

Camus için veba mikrobu insanların duyarsızlığını, aç gözlülüğünü, bilinçsizliğini ve ben merkezciliğini; kısacası içlerindeki kötülüğü temsil ediyordu. O’na göre insanlar bu duygularını terk etmedikçe bu mikrop (bugün virüs) insanlık için tehdit olmaya devam edecekti. Salgın süresinde evlerine kapanıp dua eden, günahları için tövbe eden ve farklı bir insan olmaya söz verenler, salgının bitmesiyle kapandıkları karantinaya vicdanlarını bırakıyor, kendileri sokaklara dökülüp kutlamalara katılıyor ve hızla eski alışkanlıklarına dönüyordu.

Yurttaşlık bilinci

Toplum hayatını düzenleyen üç alan vardır. Birincisi yasaların etkili olduğu “yasaların egemenlik” alanı. Bu alanda kişinin yapacakları ve yapamayacakları yasalarla tanımlanmıştır. İkincisi bireysel tercihin geçerli olduğu “bireyin özgür” seçim alanı. Kişinin kendi tercihine göre istediğini yapmakta özgür olduğu özel alan. Üçüncüsü ise “gönüllü itaat” alanı. Polis zoru olmaksızın bireylerin yasalara gönüllü olarak uydukları alandır. Bu alan her toplumda yurttaşlık bilinci tarafından şekillenir. Tarihi cesaret ve fedakarlıklarla dolu ülkemizin insanlarının gösterdiği zaaf, yurttaşlık bilincinin çok zayıfladığını gösteriyor. Yurttaşlık bilinci bir yönüyle ortak değer sistemine sahip olarak, tasada ve sevinçte birlik olmayı; diğer yönüyle de toplum için yararlı olanı kişisel çıkar ve rahatlığının önüne koymayı gerektirir. Sadece coronavirüsü yenmek için değil, birlik ve beraberlik içinde yaşamak için de   zayıflayan yurttaşlık bilincini oluşturmak için çalışmamız gerekiyor. Çünkü dayanışmayı bencilliğin üzerine çıkarmayan toplumlar çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalır.

Sonuç

Ülkemizde son dönemde bütün uyarılara rağmen yaşanan dağınıklığın arkasındaki esas neden, zayıflayan yurttaşlık bilincinin sonucu olarak, gönüllü itaat anlayışındaki yetersizliktir. Bireyler kendi özgür tercihleri yapmak konusundaki kararlılıklarını, başkalarını da gözetmek yönünde genişlettikleri zaman, özledikleri normale dönmeleri hızlanacaktır. Bilim insanlarının ülkemizdeki virüs yayılımını önlemek için aradıkları sihirli anahtar belki de budur. Bu anahtarı aramaya çıkanlar bunun belki çok yakınlarında, belki de ulaşamayacakları kadar uzakta olduğunu göreceklerdir.

Kaynak: https://www.acarbaltas.com/yurttaslik-bilinci/

*Bu makale Sayın Acar BALTAŞ tarafından kendi ismini taşıyan blog sitesinde 5 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Exit mobile version