Reading Time: 6 minutes

Harp; genel kabul gören anlamıyla, devletlerin birbirleriyle diplomatik ilişkilerini keserek yaptıkları silahlı bir çarpışmadır. Harp esiri de bu cengin usûl ve kurallarına göre geçici olarak, galip düşman tarafından yakalanan kişiler. Esir düşmek, harplerde yaşanan kaçınılmaz bir gerçektir. Esirlerin belirlenen bir yerde kurulmuş çadır veya barakalardan meydana gelen geçici konaklama yerlerinin yerleşik adı da kamp.

Birinci Dünya Harbinin cephelerinde savaşan Osmanlı Ordusunun, İngilizlere esir düşen askerlerinin tutulduğu Mısır’daki kamplardan birisi de Kahire yakınlarındaki “Tura esir kampı.” 1919 yılında harp sona ermiş ancak esirler henüz serbest kalamamışlardır. Kampta, dünyadan kopmayan esir Türk subayları, dirençlerini korumak, bugünü yarına hazırlamak için değerlendirmede bulunmak, maddi olarak esaret altında olsalar da fikren hürriyet mücadelesini ve vatan sevgisini zinde tutmak gayesiyle el yazısıyla hazırladıkları bir gazete çıkarırlar. İsmi; IŞIK.

“Dört-beş senelik korkunç mücadelelerden nasılsa sıyrılıp çıkabilmiş” Tura’daki esirler; kendilerinin, anavatanın ve ailelerinin de özlemle bekledikleri “ümitleridirler.” Onların hülyası vardır. Çünkü “Mâziye karışmak, felâketleri istikbâle taşımak, gayet yaman bir akıbettir.” Sonu bilinmeyen bir mücadelenin sahnesinden ibaret yeryüzü, geçen yüzyıllar boyunca bu gerçeğin sürekli kuvvetlendiğine tanıktır. İnsanların içinde yaşadıkları “halden şikâyet ederek, istikbâlden refah ve saadet beklemeleri, hiç değişmeyen ruh hastalıklarındandır.” İnsanlar esaretten korkarlar. Hele “geniş iklimler üstünde at koşturmaya alışanlar için esirlik, gayet kesîf bir hicran hükmündedir.” Tura’dakilerin, bu hicrandan kurtulacaklarına inançları tamdır. Tel örgülerin kafesinden çıktıkları gün, dünyanın en mutlu insanları olacaklarına şüpheleri yoktur.

Yaşamak, dünde değil bugünde yarını inşa etmektir. Kamptakiler de bunun şuurundadırlar. “Unutulmamalıdır ki dünyadan ziyade ukbâya bakan insanlar; beşikle mezar arasındaki refahını ihmal ederler.” Tura’da bulunanların sağlam gövdeleri, “mezarlıkları çoğalmış, dinçliği eksilmiş vatan için” en değerli hediyedir. “Hayat; bizim anladığımız gibi ölümle nihayet bulan, ağır bir çileden ibaret değildir.” Maddi varlıklarıyla güçlü kalmaları, “Dolgun dimağlı, yavuz bilekli adamlar, hayatın güçlükleri altında kalay kolay devrilmez” gerçeği, yaşadıklarıyla öğrenmelerinin sonucudur. Onlar, “darlığı baştanbaşa erittikten sonra yenilmiş bir yurdun” evlatlarıdır. Yeni baştan “ocak” hazırlayacaklarından dolayı, “yorulmaktan incinmeyecek sağlamlığa” muhtaçtırlar.

Hayâl kuramayan milletlerin, ayakta durmaları mümkün müdür? Tarih, bu sorunun cevabını sayfalarca verir. Tarihin her dönemi değişimlerle, inkılâplarla doludur. “Mâzileri istikbâle taşıyan tarih” şunu öğretmiştir: “Yarınki mesâimizde, hep düşüncenin vereceği itminânla asrın istediği şekle gireceğiz.” Eğer yapamazsak ne ile karşı karşıya kalacağımız, çok açıktır. “İnsanlık âleminde, düşenleri çiğnemek; değişmez bir itiyâddır.” Versailles’da barışın konuşulduğu saray salonlarında, yenilgiye uğrayanların endişelerini artıran kararlar verilmektedir. Avrupa, bu tavırla kurtuluşa erer mi? “Avrupa’nın sulhten sonra tesis edecek siyasî şekli; uzun bir müsâlemet getirmekten itikadımca uzak gibi görünüyor.” Almanya’ya kabul ettirilmek istenen barış şartları; “bir intikamın tasarlayacağı cezalar kadar ağır”dır ancak “Almanlık korkunç bir devlettir” ve buna kolay kolay boyun eğmeyeceklerdir.

Bireysel olarak ümitsizliğe kapılması yalnız kişinin değil, mensubu olduğu milletin geleceğini de yakından ilgilendirir. Oysa “ruhunda metîn bir irâde taşıyan milletler; felaketle karşılaştıkları zaman asla çökmezler ve istikbâlin karanlık safahatında kendileri için mesûd ihtimaller bulunduğunu hatırlarlar.” “Ümmîd” kendine güvenenlerin gönlünde yaşayan cevherin adıdır.

Esaret altında yaşayan Türk askerleri, Türk Milletinin “Çin’de yenilmişse, Hindistan’da yenmiştir. Turan’dan çıkmışsa, İran’a girmiştir. İran’da batmışsa, Bizans’ta çıkmıştır.” gerçeğini bilmektedirler. Büyük bir felaketten, mutlu bir yarın oluşturmak zorundadırlar. “Kaburga ve göğüs kemiklerinin içinde ürkek ve çarpıntılı bir yürek taşıyanlar; yurdumun malûl, kötürüm, hiçbir işe yaramaz ıskartalarıdır.” Yaşanılan dünyayı ihmal etmek, aslında canlıyken yaşamamaktır. Şarkın açmazı budur. Avrupa, eleştiriyle gelen yeni fikirlerle geleceğe koşarken, Şark hâlâ dündedir ve “bir yılanın midesindeki kurbağa gibi ağır ağır hazm olmaya” mahkûmdur.

Yenilgiye uğramak, ölmek değildir. Tura’da tel örgülerin arkasına hapsedilenler, yarının hayatıdırlar. Onlar; “yoksul bir diyarın âdeta ışıklarıdırlar.” Esaretin bol vakitlerini boş işlerle harcayamazlar, gülüp eğlenemezler. “Mâziye karışan her dakika içinde, yarın için düşünmeyen bir nesil; bağdaş kurmuş varlıkları kabil değil, ayağa kaldıramaz.” “Mütarekeden beri siyasî, iktisadî” dengesini kaybetmiş dünyada, Türk Milletinin kendine güvenle yaşamak imkânı ortadan kalkmış değildir. Tarihte yenilgilerle başlayan yükselişler olduğu gibi çöküşler de vardır. Şimdi de bu yenilgi Türk Milletinin yükselişini sağlayacaktır. Yükselmek, kolay değildir fakat üstesinden gelinecektir. “Atalar kılıncı bizi o kadar yükseltti ki üç yüz yıldan beri ine ine hâlâ hâkimlik mesafesini bitiremedik. Vere vere ecdâd mirasını tüketemedik. Unutmayalım ki son inişten sonra vassallıkla (mahkûmiyet) aramızda yalnız bir adım kaldı. Artık gerilemekten değil, durmaktan bile ürpermeliyiz. Yükselmeliyiz ki tesadüfün ufak bir fiskesiyle esarete yuvarlanmaktan kurtulalım.” Bu yenilgi, belki ileride bugünler kaleme alınırken, “İşte, Türkleri mesûd bir yarına kavuşturan hezimet, dedirtecektir.”

Bugünün anlaşılması gereken hakikati şudur: “Artık Viyana seferlerinden hazineler getirecek ordumuz, Çaldıran zaferlerinden tahtlar kazanacak satvetimiz yok. Bizi bu züğürt yaşayıştan kurtaracak yalnız bir definemiz var: Dolgun topraklarımız.” Define nasıl değerlendirilmelidir? Yalnız üzerinde maddi varlığı sürdürecek şekilde hayat sürmek zamanı geçmiştir. “Hayatta her saadetin uzun yorgunluklardan sonra başladığını unutmamalıdır.” Zekâ, irâde ve bilgiyle yaşanabileceği bellenmelidir.

Temel meselemiz, kendimize ne denli eleştirel bakabildiğimizdir. Dünü bilmeli ancak geleceği düşünmeliyiz. “Memleketin umûmî siyasetini, hükümetin projelerini düşüneyim derken kendimizi unutuyoruz.” Oysa “bir memleketin saadet ve zaferi” vatandaşlarının refahından, zaferinden doğan bir sonuçtur. Bunu idrâk etmediğimiz gibi “büyük düşüncelerin arkasında yürümek itibariyle, Şark hülyacılığından kurtulamadık.” Mesleğini hakkıyla yapanlar, vatanın en hayırlı evlatlarıdırlar. Biz, her şeyi bileceğimize, her konuda söz sahibi olabileceğimize dair kendimizi kandırdığımızı fark etmek istemedik. “Bir dimağın kudreti, bir bileğin gücü; zamanımızın bütün meslek ve irfanını kucaklayamayacağına hâlâ inanamadık. Mütekâmil cemiyetlerde çiftçiler yalnız tarlasını, askerler yalnız vazifesini, doktorlar hekimliği, diplomatlar siyasetini… düşünür. Biz, henüz bu efsunlu çığırı, bu muvaffakiyet manivelâsını kavrayamadık.”

Şimale doğru koşunun getirdiği zaferlerin ardından gelen asırlarda, harp meydanlarından mağlûp ayrıldık. Barış masalarındaki müzakerelere düşkün bir vaziyette oturduk. Şimdiki sulh görüşmelerinde de manzara değişmemiştir. “Türk saltanatının malik olduğu topraklar, hâlâ galiplerin iştihasını uyandıracak kadar zengin ve dolgundur.” Galiplerin amacı, “zengin” topraklar üzerinde hâkimiyetlerini devam ettirecekleri bölgelerde; aynı etnik temelli fakat birbirlerine düşman sözde hür devletçikler kurmaktır. Buna çanak tutanların anlamadığı husus, hayatîdir. “Türk hâkimiyetinden ayrılacak yabancı anâsır; Avusturya’dan ayrılmış milletler gibi başlı başına hükümet tesis edebilecek kabiliyette değildir. Desteksiz yaşamaya, henüz isti’dâdı olmayan bu zavallı milletlerin bir kartal kanadına ihtiyaçları vardır. Acaba Arabistan, Suriye ve Irak ülkeleri, Türkiye’den koparılmış birer zafer mezesi olabilecek midir?” Bu sorunun cevabı bellidir: “Osmanlı idaresinden koparılmak istenen topraklar; ele geçirenleri döğüştürecek kadar büyük birer definedir.” Buralarda meydana getirilecek değişiklikler, “esas itibariyle eski mâhiyetini” koruyacaktır. Görünüşte bir değişim seyredilecek fakat o da “bir komşunun vesayeti bir yabancıya intikal etmekten ibaret gibidir.”

Cihan Harbi, imzalanacak barış antlaşmalarıyla sona erecek midir? Hayır. Şu rahatlıkla “denilebilir ki felaketin büyüğü musalahadan sonra başlayacaktır.” Peki, Türk Milleti ne yapar? “Türk Milleti ne kadar yenilse bile yine hakkını gasbetmeyi isteyenlere karşı sakladığı bir ihtiyat silahı vardır ki onu icabında kullanmaktan hiçbir zaman vazgeçmez.” Her ne kadar “karakter ve meziyetlerini” ihmal ederek yolundan geri kalmış olsa da yine aslını hatırlayıp döner. Türkiye’nin geleceği nasıl olacaktır? 20. yüzyıl “milliyet asrıdır.” Harbin her cephesinde “insanlarla beraber milliyet ve mezheb fikirlerinin de boğaz boğaza geldiği” müşahede edilmiştir. İtilaf Devletleri, Müttefikleri nasıl yenilgiye uğratmışlarsa “milliyet siyaseti de din siyasetini” o şekilde bozguna uğratmıştır. Müslümanların, Protestanların, Katoliklerin kendi aralarında boğuştuğunu bu harp göstermemiş midir? “Ne müminlerin kardeş olduğu hakkındaki semavî düstûr ne de ittihâd-ı İslâmın her muvahhide ilham ettiği lâhûtî aşk, Türklerle Arapları karşı karşıya gelmekten bir dakika daha alıkoyamadı!” Kâbe’nin siyah örtüsü, İslâm kanıyla kızarmıştır. Türkler, aslında bu harpte bir şey kaybetmemiştir. “Fethettiği topraklar” elinden çıkmıştır. IŞIK’ın göz kamaştıran, zihni allak bullak eden direncinin satırlara ve sütunlara yansıyan hikâyesinin sadece bir kısmı bahse konu eserde aktarılmıştır. “…..” içindeki cümleler, IŞIK’ın içinden bize yansıyanlar, olduğu gibi alınmış olup değerli okuyuculara iletilmektedir. Size yansımalarını ise okuyacağınız sayfalarda hissedecek, ardından düşünecek, değerlendirecek ve unutmayacaksınız…

IŞIK Gazetesinin Niceliği;

IŞIK; 1-15. sayı dâhil haftada 4 gün; 16-51 sayılar 3 gün; 52-95. sayılar iki günde bir; 96-104. sayılarda da 3 gün okuyucularıyla buluşmuştur. 1-95. sayıların yayın yeri Kahire-Tura, 96-104. sayıların ise İskenderiyeSeydi Beşir esir kampıdır. Gazetenin ilk çıkışından 51. sayı dâhil “Gazetenin Yazı İşlerine Bakan Başmuharrir” Hâlid Rıfkı; 60 ilâ 95. sayılarda da İdris Sabih’tir. “Abone ve İdâre İşlerine Bakan Mesûl Müdîri” Oğuz, “İmtiyaz Sahibi” de Orhan Kemal’dir. 1-95 sayılarda abone bedeli 12 Kuruş; 96-104. sayılar 8 Kuruştur. 1-51. sayıların günlük ücreti 40 para; 52-95. sayıların 20 para; 96-104. sayıların 30 paradır. Gazetede yayınlanan haberler, Türkiye ile ilgili olanlar da dâhil, ağırlıklı olarak dış kaynaklıdır. Bunların nereden ve ne sıklıkla alıntılandığı, sayısal olarak büyük önem arz etmektedir. IŞIK’ın esir kampında çıkartıldığı göz önüne alındığında; hem o dönemin haber akışının zenginliğini görmek hem yayıncılığın hangi seviyede olduğunu anlamak, en önemlisi de IŞIK’ı yayınlayanların farklı dillere hâkimiyetlerini ve entelektüel seviyelerini anlayabilmek, görebilmek bakımından önemlidir.

NİTELİK Her sayının içeriğine ilişkin ana hatlarıyla bilgi sahibi olunmasına yetecek ölçüde haberlerin sunulması amaçlanmıştır. Aslına sadık kalınarak yapılan incelemede, haberlerin arka planı ya da dünü ve bugününe ilişkin yorumdan, haberlerin orijinalliğini korumak düşüncesiyle kaçınılmıştır. Haberlerin incelenmesinde, nitel analiz yönteminde genelde önceden belirlenen ve tüm haberlere uygulanan ana ve alt kategoriler uygulanmamıştır. Çünkü haberlerin o dönemin zor şartlarına bağlı olarak gerek çeşitliliği, gerek sürekliliği ve gerekse de içeriği farklılık göstermektedir. Bu nedenle öne çıkan kategoriler, her bir sayının ortaya koyduğu bölümlere göre oluşmaktadır. Haberlerin kaynakları, gazetenin sayfalarında yer aldığından, inceleme sırasında lüzum görüldükçe belirtilmekle yetinilmiştir. Gazetenin genel yayın tarzına bakıldığında ise şunları söylemek mümkündür. IŞIK; uzunca bir süre “İctimâiyyât” bölümüyle başlamaktadır. Ardından genelde “Mühim Haberler, Dış Haberler ve Son Haberler” başlıkları altında haberler sunulmaktadır. “Temâşâ” başlığı altında, kampta sahnelenen tiyatro oyunlarının eleştirel bakışla değerlendirildiği görülmektedir. Burada hem kamptaki hayata hem de gazetenin sanata bakış açısına dair bilgi edinilmektedir. Hemen her sayıda yer verilen “Şiirler” de dönemin meselelerine ve toplumsal duygularına bir anlamda ışık tutar mahiyettedir. “Fiske” ve “Karikatür” bölümleri, düşündüren eleştirel mizahın örnekleri bakımından etkileyicidir. [1]Mısır’daki İngiliz Osmanlı Esir Kampından Maziye, Bugüne, Yarına IŞIK (1919-1920), Ahmet TETİK, Gülcan IŞIK

About The Author

References

References
1 Mısır’daki İngiliz Osmanlı Esir Kampından Maziye, Bugüne, Yarına IŞIK (1919-1920), Ahmet TETİK, Gülcan IŞIK

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.