Reading Time: 4 minutes

 

Bilinç nedir? Bilimde, bu kadar çok insanın çabalayıp o kadar az fikirbirliğine ulaştığı bir soru yoktur.” On yedinci yüzyıl düşünürlerinden Gottfried Leibniz “Beyni bir değirmen kadar büyütüp içinde dolaşabilseydik yine de bilinci bulamazdık” demiştir. Peki bilinci bu kadar zor bir kavram haline getiren nedir?

Kaku’ya göre “Bilinç, farklı değişkenler içinde çoklu geribildirim döngülerini kullanarak bir amaca ulaşmayı sağlayan bir dünya modeli yaratma sürecidir.” Bunu uzay-zaman bilinç kuramı olarak açıklar. Bitkiler, sürüngenler, memeliler ve insanların bilinç düzeyleri ile ilgili tasnife bu kapsamda bakarak sırasıyla 0,1,2,3 düzeylerini inceler. Bunlar arasında insan bilinci, dünyanın modelini yaratıp geleceği simule etmek için geçmişi değerlendirerek zamanda simulasyon yapan özel bir bilinç formu olarak açıklanır. Bunu yapabilmesinin nedenini insan beynindeki prefrontal korteksin diğer hayvanlarınkinden daha büyük ve daha karmaşık olmasıyla ilişkilendirir. Kısaca insan başarısının altında yatan neden gerçekte var olmayan nesne ve olayları hayal edebilme yeteneğidir. Bunun sayesinde geçmişten ders çıkarma ve geleceği planlama yeteneği ile geleceği düşünebilmemiz mümkün olmaktadır. Bu bizim dünyayı domine edebilmemizi sağlar ve diğer türler karşısındaki gücümüz zihnimizin bu karmaşık yapısından kaynaklanmaktadır.

Klasik iktisat ekolüne göre kaynaklar sınırlı ve ihtiyaçlar sonsuzdur. Bunun sonucunda kaynakların paylaşımı noktasında su akar yolunu bulur misali serbest piyasa ekonomisini gerektiren bir paylaşım söz konusudur. İnsanoğlu birçok ekonomi modeli geliştirerek hayata yön vermiştir. Bunlardan kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisi doğal seleksiyonun insan türü içinde uygulanış şeklidir diyebiliriz. Bunun karşısında, bir ekonomist olmasa da modern zamanda felsefe profesörü olan Hariri’nin Homo Deus’ta vurguladığı pastayı paylaşmak yerine modern insanın zekasıyla pastayı büyütebileceği ve kaynakların herkes için yeterli olabileceği anlayışı son derece değerlidir. İnsan beyninin kendini insan yapan özellikleri taşıyan bölümünün diğer kısma galip gelmesiyle (Prof.Steve Peters’in Şempanze paradoksunda anlattığı gibi) bu yeni anlayışın yaşam bulmasının mümkün olabileceği de aşikardır. Öyleyse ne yapılmalıdır? 2’inci Dünya Savaşının yıkıcı etkilerini gören insanoğlunun organize olarak oluşturduğu uluslar arası düzeyde kurulmuş olan Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü vb. Organizasyonların etkinliği artırılmalı, yeni nesilin zihinsel gelişiminde bahsedilen özelliklerin geliştirilebilmesi yönünde belki de yeni bir örgütlenmeye gidilmelidir. Rusların 1957’de Sputnik’i uzaya göndermeleri sonucu teknolojide geride kalacaklarını anlamalarıyla Eisenhower tarafından ABD’de “İleri Savunma araştırmaları Ajansı” adıyla askeri teknolojileri geliştirmek maksadıyla kurulan DARPA tarafından insanlığa hediye edilen internet sayesinde yeni neslin modern insan modelinin yüksek farkındalıkla bu örgütlenmeyi hiçbir sınıra bağlı kalmadan başarması küreselleşmenin bir gereğidir. Burada dikkat çekici olansa insanoğlu tarafından savaş için oluşturulmuş bir organizasyonun insanlığın geleceğinde barış ve huzur ortamı sağlamada en önemli etkiye sahip olmuş olacağıdır. Zira, bilim iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Bir tarafı açlık, hastalık ve cahilliğe karşı kullanılırken, diğer tarafı çok çeşitli şekillerde insanlığa karşı kullanılabilir. Burada son derece hassas bir denge söz konusudur. Ancak insan zekası şimdiye kadar karşılaştığı karmaşık problemlerin çözümünü bulduğu gibi bunun da üstesinden gelebilecek kapasitededir.

Termodinamiğin 2’ni yasası gereği maddenin entropiye meyilli olması nedeniyle insanda var olan bilinçte düzensizliğin (psişik entropi) elektrikte var olan reaktif güç gibi negatif etkiler getirmesi durumu söz konusu olmakla beraber elektriği ve sonrasında bunda yer alan aktif, reaktif gücü, bunların pozitif ve negatif etkilerini keşfeden insanın negatifliği ortadan kaldırmak için kompanzasyon yaparak çözüm üretmesi gibi psişik entropiyi kompanze etmesi çok zaman almayacaktır.

Öte yandan; doğanın kanunu yani doğal seleksiyon, güçlünün zayıfı alt ederek türünün devamını sağlamak için ihtiyaç duyduğu kaynaklara sahip olma çabası sonucunda oluşan doğanın seçkisi olarak tanımlanabilir. Zayıf olanın hayatta kalabilmesi için doğa, zamanla ona bir takım yetenekler kazandırmış ve türlerin içgüdüsel olarak bir takım karakteristik tepkiler vermesini sağlamıştır. İnsanoğlu çoğu zaman bu davranış modellerini gözlemlemiş ve kendi hayatında uygulayarak yazılı olmayan bu kanuna uymuştur. Hatta bunun sonucu olarak diğer türlere üstün gelebilmiştir. İnsanoğlunun diğer önemli özellikleri ise alet yapabilme ve organize olma yeteneğidir. Bu yetenekler insanın bir amacı gerçekleştirebilmek için en iyi kararı verebilmesinde ve bunu yaparken birçok farklı olasılıkları düşünmesinde bir araç olarak oldukça faydalı olan unsurlardır. Olaylar ve kişiler arasında nesnel bağlantılar kurarak bir simulasyon ortaya koyması ve son kararı verebilmek amacıyla neden sonuç ilişkilerinin incelenebilmesi insan beyninin üstün özelliğinden kaynaklanır. Günümüzde bu kadar değişkenin bir arada bulunduğu modellemelerin yapılarak öğrenme ve karar vermenin bir yapay zeka tarafından yapılabilmesi henüz mümkün değildir. Ancak teknolojinin üstel şekilde arttığı düşünüldüğünde Dan Brown’ın “Başlangıç” isimli romanında kurguladığı derin öğrenme yeteneği olan, internet ağında sürekli bağlı kalarak her türlü bilgiye çok hızlı erip kendi öğrenme yeteneğini geliştiren yapay zeka Winston’ın yakın bir gelecekte gerçek olacağını düşünmek insanın aklına insanlığın o kadim sorusunu getiriyor; “nereden geldik nereye gidiyoruz?”

Etik değerler ve hayvan hakları gibi ahlaki konuların tartışmalarında karşımıza doğal seleksiyon gereği güçlü olanın kendi ihtiyaçları için zayıfı yok ettiği gerçeği çıkıyor. Burada protein ihtiyacını karşılamak için insanoğlunun hayvanların etinden yararlanmasından tutun kendinden güçsüz olanın imkanlarını kendi ihtiyacı için zorla almasına kadar geniş bir yelpaze düşünülebilir.

İnsanoğlu kendi türüne karşı daha koruyucu olmayı zamanla öğrenmiş ve bir takım kurallar zinciri üreterek vereceği zararı azaltmayı başarmıştır. Ancak bunu başarması çok kolay olmamış ve zaman boyutunda oldukça mesafe almayı gerektirmiştir. Şimdi karşımıza kendi ürettiğimiz yapay zeka ve robotların bu etik değerleri taşıyıp taşıyamayacağı tartışmaları çıkmaktadır. Henüz bilinç düzeyi tanımlanmamış olan bu türün bizim ürettiğimiz geniş iletişim hatlarıyla birbirleri ile organize olarak dünyayı ele geçirebilecek olmaları ihtimali bizi dehşete düşürmeye yetmektedir. Zira ahlaki değerler diğer türlerden daha büyük ve karmaşık olan prefrontal korteks tarafından oluşturulur. Bunun yapısı henüz tam olarak çözülemediğinden yapay zekaya bunu kodlayarak insan gibi davranmasını beklemek olası görünmemektedir. Telefon operatörlüğü, tur rehberi, öğretmen, hukuk danışmanı vb. Birçok işlev gerçekleştirerek hayatımızı kolaylaştıracakları aşikar olan bu yeni türün dünyaya asıl zarar verenin ve yok olması gerekenin insan olduğunu keşfederek organize olmaları ve düşündüğümüz (terminatörlerle) gibi olmasa da ağ bağlantılarıyla irtibat kurup şifreleri kırarak ulaşmamaları gereken yerlere ulaşıp bir nükleer savaş başlatma ihtimalleri onları tehlikeli yapar. Zekamız (gücümüz) sayesinde diğer türlere olan üstünlüğümüz nedeniyle doğal seleksiyonun bize tanıdığını düşündüğümüz hakların kendi ürettiğimiz ve yeni bir tür olarak kabul edebileceğimiz zekalar tarafından bize uygulanması ihtimali size de korkutucu gelmiyor mu?

Haluk AKDERE

About The Author

4 thoughts on “Bilinç ve Gelecek

  1. Sibernetik bilimi; canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır. Sibernetik, düzenli sistemlerin, bu sistemlerin yapılarının, limitlerinin ve sistemin imkanlarının araştırılmasına ilişkin disiplinlerarası bir yaklaşımı içerir(Vikipedi). İnsanoğlu sorunuzun yanıtını bu güdüm bilimi ile arıyor. Tabiki işin içine organik maddeler girdiğinde biyoloji ve tıp da bahsedilen multidisiplinlerin başını çekiyor. Bu anlamda son dönemde önemli gelişmeler oluyor ve bir kısmı açık kaynaktan herkesin bilgisine sunuluyor. http://www.ncl.ac.uk de 30 Mayıs 2018’de yayımlanan “First 3 D printed human corneas” isimli haberde, Newcastle Universitesi tarafından ilk 3D Printer ile üretilen insan korneasından bahseden bir deklarasyon var. Bio ink denen bir madde ile insan vücudunun organlarının bu şekilde üretilmesi tabiki teknolojinin sağladığı muazzam faydaların başında geliyor.

  2. Robot kavramını insanlaştırmaktan çok, insan sağlığına katkı sağlayabilecek bilimsel laboratuar ortamında kullanabilmek sizce daha mı faydalı olur?
    Yani canlı sistemlerin(insan, hayvan) genetik yapısı üzerinde bir denetim kurulabilir mi? Robot mekanizmasından elde edilebilecek kas hücreleri, sakat insan bedenlerine protez mantığında yerleştirilebilir mi? Robotlarda ilik üretimi sağlanabilir mi? İlik nakli bekleyen çok insan var hayatta?

  3. “…Bu noktada karşımıza yeni bir soru çıkıyor: Zeka mı yoksa bilinç mi daha önemlidir? İkisi bir arada olduğu müddetçe hangisinin daha değerli olduğunu sorgulamak felsefeciler için öylesine bir meşgaleden ibaretti. Ancak 21. yüzyılda bu soru siyasi ve ekonomik bir meseleye dönüşüyor. Ordular ve şirketler açısından değerlendirildiğide cevabın çok net olması insanın gerçeklikle yüzleşmesini sağliyor: Zeka olmazsa olmaz hale gelirken bilinç zorunlu olmayan bir tercih artık.”(Harrari/Homo Deus sf. 324)

  4. Referansla yorumlamak akademik bir üslup olarak insana “yanıt, kitabın ortasından gelmiş” dedirtir nitelikte. Teşekkürler.

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.